Son yıllarda dünya ekonomisinde birçok değişime tanıklık ediyoruz. Özellikle ABD'nin Çin ile olan ticaret savaşları, ekonomi gözlemcilerinin dikkatini çekiyor. Ancak, bu durum Çin ekonomisi için beklenildiği gibi olumsuz sonuçlar doğurmadı. Aksine, Çin, Donald Trump döneminde bile ekonomik büyümesini sürdürmeyi başardı. Peki Çin ekonomisinin bu dirençli büyümesinin arkasında yatan nedenler neler? Gelin, detaylara birlikte bakalım.
2020 ve sonrasında, COVID-19 pandemisi dünya genelinde ekonomik duraklamalara yol açtı. Ancak Çin, bu zorlu süreci atlatarak hızlı bir toparlanma gösterdi. 2020 yılında %2,3'lük bir büyüme oranı ile, pandemiden en az etkilenen büyük ekonomi olmayı başardı. Bu büyümenin ardında, iç talebi artırmak için uygulanan teşvik paketleri, altyapı yatırımları ve dijitale yönelim gibi faktörler bulunuyor. Ayrıca, üretim sektöründeki yenilikler ve teknolojik gelişmeler, Çin’in küresel tedarik zincirindeki rolünü güçlendirerek büyümesini destekledi.
Donald Trump’ın uluslararası ticaretteki sert politikaları, özellikle ticaret açığını azaltmayı hedefleyen tarifelerle belirtiliyordu. Bu durum, Çin’in ihracatını bir süre olumsuz etkiledi. Ancak 2019 ve 2020 yıllarında ABD'nin uyguladığı tarifelere rağmen, Çin ihracatı giderek artış gösterdi. Çok uluslu şirketlerin üretim ağlarını çeşitlendirmesi ve ASEAN ülkeleri başta olmak üzere alternatif pazarlar arayışı, bu durumun başlıca sebepleri arasında yer alıyor. Çin, kıtanın önemli bir üretim merkezi olması nedeniyle, bu süreci avantajlı bir şekilde değerlendirdi ve komşu ülkelerle olan ticaret ilişkilerini güçlendirdi.
Çin’in büyüme stratejileri bu kadarla kalmıyor; aynı zamanda, devlet destekli inovasyon programları ve yeşil enerji yatırımları ile sürdürülebilir bir ekonomi modeline geçiş yapma çabaları da dikkat çekiyor. Hükümet, 2060 yılına kadar karbon salınımını sıfırlama hedefi doğrultusunda harekete geçerek, yenilenebilir enerji yatırımlarını artırıyor ve bu sayede dünya genelindeki iklim değişikliği konusundaki liderliğini pekiştiriyor. Bu durum, hem iç talebi artırmakta hem de yurtdışı yatırımcıların ilgisini çekmektedir.
Sonuç olarak, Çin ekonomisi, ABD'nin ticaret politikalarına ve dünya genelindeki diğer zorluklara rağmen direncini artırmış ve büyüme sürecini sürdürebilmiştir. Ekonomik büyüme dinamiklerini çeşitlendiren ve küresel rekabetin gerekliliklerine uyum sağlayan bu stratejiler, Çin’in gelecekte de güçlü bir ekonomik aktör olarak kalmasına katkıda bulunacaktır. Darboğazların ve belirsizliklerin yanı sıra bu gelişmeler, Çin’in küresel ekonomideki rolünü daha da pekiştirecek gibi görünüyor.
Elde edilen veriler, Çin’in uluslararası alandaki etkisini artırırken, büyük ekonomilerle olan ilişkilerini daha da önemli hale getiriyor. Sonuç olarak, Çin’in büyüme hikayesi sadece kendi iç dinamikleriyle değil, global etkileşimlerle de şekilleniyor. Gelecekte, bu dengeyi korumak için nasıl stratejiler geliştireceği, dünya ticaretinin gidişatını da doğrudan etkileyecek bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.